Türklerini tehdit ediyor. Buna göre Rum hükümeti, 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne zarar verdiğini düşündüğü her Kıbrıs Türkünün 'Kıbrıs Cumhuriyeti' vatandaşlığını iptal edebilecek. Rum hükümetinin 'iki devletli çözüm' formülüne destek veren Kıbrıs Türklerine pasaport kozuyla gözdağı vermeye çalıştığı söylenebilir. Nitekim Rum tarafına göre iki devletli çözüm modelini savunmak 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne aykırıdır.
Doç. Dr. İsmail Şahin / Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
Rum lider Anastasiadis başkanlığında toplanan Rum hükümeti, KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar başta olmak üzere KKTC hükümeti üyeleri ile Maraş Açılımı Komitesi üyelerinin "Kıbrıs Cumhuriyeti" pasaportlarını iptal ettiğini duyurdu. Söz konusu kararın gerekçesi bir hayli ilgi çekici. Rum Hükümet Sözcüsü Marios Pelikanos yaptığı açıklamada pasaportu iptal edilen 13 kişinin, "eylem ve faaliyetleriyle Kıbrıs Cumhuriyeti'nin egemenliğine, bağımsızlığına, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne zarar verdiklerini ve ayrıca Kapalı Maraş'ın statüsünün değiştirilmesi çalışmalarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti'ne karşı düşmanca bir tavır içine girdiklerini" ifade etti.
Pasaport kozuyla gözdağı
Pelikanos'un kullandığı ifadeler üzerine günlerce süren tartışmalar yapılabilir. Zira seçtiği kavramlar siyaset biliminin en temel ve tartışmalı konuları. Kavramsal tartışmalar bir kenara bırakıldığında burada en dikkat çekici nokta, Rum yönetiminin 13 siyasi üzerinden "Kıbrıs Cumhuriyeti" vatandaşlığı taşıyan tüm Kıbrıs Türklerini tehdit etmesidir. Buna göre Rum hükümeti, "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin egemenliğine, bağımsızlığına, güvenliğine ve toprak bütünlüğüne zarar verdiğini düşündüğü her Kıbrıs Türkünün "Kıbrıs Cumhuriyeti" vatandaşlığını iptal edebilecek. Bu bağlamda Rum hükümetinin "iki devletli çözüm" formülüne destek veren Kıbrıs Türklerine pasaport kozuyla gözdağı vermeye çalıştığı söylenebilir. Nitekim Rum tarafına göre iki devletli çözüm modelini savunmak "Kıbrıs Cumhuriyeti"nin toprak bütünlüğüne aykırıdır.
Çözümsüzlüğün yükü
Kıbrıs'ta 1963 yılından itibaren devam eden çözümsüzlüğün en ağır bedelini her yönüyle Türkler ödemeye devam ediyor. 1960 yılında Türk ve Rumların siyasi ortaklığında kurulan "Kıbrıs Cumhuriyeti" 1963 yılından bu yana Rumların kontrolü altında. Uluslararası hukuka ve anayasaya aykırı bir şekilde kısıtlanan veya erişime kapatılan Türklerin hakları karşısında ne uluslararası örgütlerden ne de uluslararası kamuoyundan ciddi bir tepki geldi. Bugün Kıbrıs meselesi konusunda sorulması gereken esas soru, Türklerin neden ayrı bir devlet kurma ihtiyacı içerisine girdikleridir. Meseleye hâkim olan bir kimse bu sorunun cevabının "taksim" fikri olmadığını kolayca söyler. Bir defa Türklerin adayı bölme, parçalama veyahut tamamıyla Türkiye'ye bağlama gayretinin "enosis" ile mukayese edilemeyeceği su götürmez tarihi bir gerçektir. Yine uzmanlar, Kıbrıs meselesinin Rumların bitmez tükenmez "enosis" yani adayı Yunanistan'a bağlama aşkından doğduğunu çok iyi bilirler. Dolayısıyla adadaki bölünmüşlüğün, parçalanmışlığın ve de çatışmaların özünde enosis tutkusunun olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Ancak hal böyleyken çözümsüzlüğün tüm bedelini sadece Türklere ödetmeye kalkmak hem insan haklarıyla hem de uluslararası hukukun hakkaniyet ölçütleriyle örtüşmeyen bir durumdur.
Şurası çok açıktır ki Kıbrıs'ta Türkiye'nin de desteğiyle enosise karşı verilen çetin ve uzun soluklu mücadelenin neticesinde adanın Türk kimliği korunabilmiş ve bugünlere taşınabilmiştir. Aksi durumda Kıbrıs Türklerinin akıbeti, Akdeniz adalarında yaşayan ve bir şekilde Yunan egemenliğe bırakılan Türklerden farklı olmayacaktı.
Havuç-sopa yöntemi
1963 yılından bugüne "Kıbrıs Cumhuriyeti"ni işgal altında tutan Rum tarafının nihai amacı, Türkleri ekonomik ve sosyal kaygılar üzerinden teslim almaktır. Bilhassa uluslararası hukuka aykırı bir şekilde 2004 yılında Avrupa Birliği (AB) üyeliği elde edilmesiyle Rum tarafının elindeki koz daha da güçlenmiştir. Bu tarihten sonra Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) AB pasaportunu Kıbrıs Türklerine karşı bir yumuşak güç aracı olarak kullanma siyasetine yönelmiştir. Aslında Rum tarafı AB'nin sağladığı imkanları "havuç-sopa" yöntemiyle Türk tarafına aktarmaya çabalamaktadır. Böylelikle kendi politikalarına destek verenler ödüllendirilirken karşı duranlar cezalandırılacaktır. 13 kişinin pasaportlarının iptaliyle bu sürecin başladığı iddia edilebilir.
Ekonomik ve sosyal imkanlar dikkate alındığında KKTC vatandaşlığı ile AB vatandaşlığı arasında ciddi farklar bulunmaktadır. Bu nedenle AB vatandaşlığının getirdiği avantajlar Kıbrıs Türklerine oldukça cazip gelmiştir. 1983'te kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin (KKTC) Türkiye dışında tanınmaması ve bu yüzden KKTC pasaportlarına getirilen seyahat yasakları, haliyle insanları "Kıbrıs Cumhuriyeti" üzerinden AB vatandaşı olmaya teşvik etmiştir. Kıbrıs Türklerinin seyahat kolaylığı ve AB imkanlarından istifade etmek amacıyla "Kıbrıs Cumhuriyeti" vatandaşlığını tercih ettiği, bunun dışında Rum tarafına herhangi bir vatandaşlık aidiyeti beslemediği iyi bilinmelidir.
Kapıların açılması milat
Kıbrıs Türklerinin "Rum pasaportu" olarak bilinen "Kıbrıs Cumhuriyeti Pasaportu" almaya yönelmesinde dönüm noktasını adadaki sınır kapılarının 23 Nisan 2003 tarihinde karşılıklı geçişlere açılması oluşturur. Bu kararla birlikte Kıbrıs Türkleri serbest bir şekilde Rum kesimine geçme şansı elde etti. Bu, önemli bir fırsattı, çünkü Rum tarafında bulunan Larnaka Havalimanı üzerinden Türkiye dışındaki tüm ülkelere doğrudan seyahat etme imkanına kavuştular. Doğal olarak bu avantaj, Kıbrıs Türklerinin "Kıbrıs Cumhuriyeti vatandaşlığına" geçişlerini hızlandırdı. Ardından 2004 yılında GKRY'nin AB üyesi olması, seyahat avantajlarının yanına birçoklarını da ekledi. Gelinen nokta itibariyle Kıbrıs Türklerinin tamamına yakınının KKTC vatandaşlığı yanında, "Rum vatandaşlığı" olarak adlandırılan "Kıbrıs Cumhuriyeti" vatandaşlığına da geçmeyi tercih ettiği görülmektedir.
AB-Kıbrıs ilişkileri, 1 Mayıs 2004 tarihinde Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin (GKRY) "Kıbrıs Cumhuriyeti" adıyla AB'ye üye kabul edilmesiyle farklı bir boyuta taşınmıştır. Normalde AB, 2004 yılına kadar Kıbrıs meselesinde kendisini doğrudan bir taraf olarak görmezken, üyelikle başlayan süreçte, "Kıbrıs'ın tamamı AB toprağıdır" iddiasıyla Kıbrıs sorununda aktif bir taraf gibi hareket etmeye yönelmiştir.
Aidiyet bağları zayıflatılıyor
AB'nin bu iddia çerçevesinde Kıbrıs'taki olası bir çözümün sınırlarını ve içeriğini de belirlemeye çaba harcadığı görülmektedir. Kıbrıs müzakerelerine gözlemci statüsüyle katılan AB'nin, adada "tek çözüm modeli" olarak, "toplumların siyasi eşitliğine dayalı iki bölgeli, iki toplumlu bir federasyon" formülünü desteklediğini ve bunun dışındaki hiçbir çözüm şekline sıcak bakmadığı, aldığı kararlardan ve yaptığı resmi açıklamalardan anlaşılmaktadır. AB'nin tek çözüm yolu olarak gördüğü federasyon önerisi kapsamında, 2004 yılından bu yana adada iki toplumlu ortak projeler yürüttüğü, Kıbrıs Türk toplumunu AB'ye yakınlaşması, AB vatandaşlığına geçmesi için teşvik edici adımlar attığı ve nihayetinde adanın genelinde AB'ye yönelik güçlü aidiyet bağlarının kurulmasına önem verdiği bilinmektedir. AB nazarında KKTC toprakları, "Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin" etkin kontrol sahibi olmadığı topraklar statüsündedir. Buna göre bu topraklar, AB'nin gümrük ve mali alanının dışında kalmakla beraber AB vatandaşları olarak görülen Kıbrıs Türklerinin kişisel haklarını etkilememektedir.
Başka bir ifadeyle Kıbrıs Türkleri, KKTC topraklarında yaşıyor olsalar dahi bir AB ülkesinin vatandaşları olarak kabul edilmektedir. Bu uygulamadan sadece 1974 sonrası Türkiye'den Kıbrıs'a gelip yerleşen ve evlilik yoluyla yeni bir hukuk meydana getirmeyen göçmenler faydalanamamaktadır. Bu insanların Kıbrıs ile kurduğu ilişkisi, KKTC devletinin veya selefi Kıbrıs Türk Federe Devleti'nin verdiği haklar kapsamında görüldüğünden, Rum tarafına ve dolayısıyla onun tezlerini benimseyen AB'ye göre "yasa dışı"dır. Bu bakış açısından dolayı bu insanlara ara bölgenin dışında adanın güneyine geçme izni, Rum otoriteleri tarafından verilmemektedir.
AB'nin KKTC'de yürürlük kazandırdığı iki toplumlu projelerin hedef kitlesini 1974 öncesi Kıbrıs Türkleri oluşturmaktadır. Haliyle bu durum beraberinde birçok problemi getirmektedir. Her şeyden önce KKTC'nin Kıbrıs kökenli halkının AB'ye, Anadolu kökenli halkının da Türkiye'ye yönelmesini sağlayarak KKTC'ye duyulan aidiyet bağlarını çift yönlü zayıflatmaktadır. İkinci olarak KKTC'de "Türkiyeli-Kıbrıslı Türk" ayrımcılığını körüklemekte ve böylece KKTC'de siyasal bir uluslaşma sürecini baltalamaktadır. Ayrıca AB'nin Kıbrıs Türklerine sunduğu ekonomik, sosyal ve siyasal fırsatlar, Kıbrıs Türk halkının Türkiye'ye duyduğu bağlılığı zayıflatmaktadır. Günümüz itibariyle Kıbrıs Türklerinin dünyayla entegrasyonunun, AB ve İngiliz vatandaşlığı üzerinden kolay bir şekilde gerçekleştiği hatırdan çıkartılmamalıdır. Bu, AB'nin ve İngiltere'nin KKTC'deki en önemli yumuşak güç aracıdır.
Yeni formüller üretilmeli
Şayet Türkiye, yakın gelecekte Kıbrıs'taki bağlarını daha güçlü kılmak ve de kendisine ve KKTC'ye olan aidiyeti artırmak istiyorsa, o halde, adada bir çözüm hayat bulana kadar, Kıbrıs Türklerini ya doğrudan ya da kendi üzerinden dünyaya bağlayacak yeni formüller üretmelidir.
Rum tarafının tavrı irdelendiğinde, amacının yeni bir ortaklık devleti kurmaktan ziyade kendi kontrolündeki "Kıbrıs Cumhuriyeti"ne yeniden işlerlik kazandırmak ve bu devletin otoritesini kuzeye yaymak olduğu kolaylıkla anlaşılabilir. Bir başka ifadeyle, Kıbrıs Türkleriyle siyasi eşitlik temelinde yeni bir ortaklık kurmak yerine Kıbrıs Türklerini "Kıbrıs Cumhuriyeti"ne entegre etmek, Rum tarafının temel siyasi isteğidir. AB de bu politikayı tüm vasıtalarıyla desteklemektedir. Meydana gelen pasaport krizi, yakın gelecekte Rum tarafının Kıbrıs Türklerine yönelik "havuç-sopa" yöntemini daha güçlü bir şekilde kullanacağına işaret etmektedir. Bu doğrultuda Rum yönetiminin ilerleyen zamanlarda KKTC otoriteleriyle Kıbrıs Türklerinin arasını bozabilecek her türlü fırsatı masaya ve sahaya yansıtması, yüksek olasılıktır.